T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2017/1422 E., 2021/321 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “araç mülkiyetinin tespiti ve tescili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; araç kiralama işiyle uğraşan müvekkilinin sahibi olduğu ve dava dışı M. Ö. isimli kişiye kiraladığı 35 ... 693 plakalı aracın süresinde geri getirilmemesi üzerine yapılan araştırmada müvekkilinin kimlik bilgilerinin kullanılması suretiyle sahte vekâletname ile davalıya satıldığının öğrenildiğini ileri sürerek davaya konu aracın davalıya yapılan satış işleminin geçersiz olduğunun tespiti ile işlemin iptaline, aracın trafik kaydının müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili; yetki ilk itirazında bulunarak yetkili mahkemenin Fethiye mahkemeleri olduğunu ileri sürmüş; duruşmalardaki beyanlarında özetle; müvekkilinin iyi niyetli olduğunu, noterde gerçekleşen satış ve belgelerin sahteliğini bilme imkânının bulunmadığını, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/22 esas sayılı dosyasında müvekkilinin müşteki konumunda olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.11.2012 tarihli ve 2011/396 E., 2012/510 K. sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21.01.2014 tarihli ve 2013/4434 E., 2014/698 K. sayılı bozma kararı ile yetkili mahkemenin Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunun belirtilmesi üzerine Mahkemenin 08.05.2014 tarihli ve 2014/169 E., 2014/255 K. sayılı kararı ile yetkisizlik kararı verilmiştir
7. Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.01.2015 tarihli ve 2014/238 E., 2015/31 K. sayılı kararı ile; davalının aracı sahte vekâletname ile devralan ilk malik olduğu, ancak sahte vekâletnameyi kullanarak satışı gerçekleştiren dava dışı M. Ö. ile herhangi bir yakınlığının ve arkadaşlığının bulunmadığı, bu nedenle vekâletnamenin sahteliğini bilebilecek durumda olmadığı, dolayısıyla davalının iyiniyetli üçüncü kişi konumunda olduğu ve aksinin davacı tarafından da kanıtlanamadığı ancak sahte vekâletname ile satışın mülkiyeti geçirmediği gerekçesiyle davanın kabulü ile aracın satışına ilişkin işlemin iptaline, aracın davacı adına kayıt ve tesciline, davalının iyiniyetli olması nedeniyle yargılama masraflarından sorumlu tutulmamasına karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16.09.2015 tarihli ve 2015/9610 E., 2015/9907 K. sayılı kararı ile;
“…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Diğer temyiz itirazlarına gelince;
a) Dava, sahte vekaletname ile yapılan araç satışından dolayı, satış işleminin geçersiz olduğunun tespiti ile trafik kaydının iptali ve tescili istemlerine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, 35 HS 693 plakalı aracın sahibi olduğunu ve aynı zamanda araç kiralama işiyle uğraştığını, M. Ö. isimli kişinin bu aracı kiraladığını ancak süresinde geri getirmediğini, yaptığı araştırma sonucu aracın kendisine ait kimlik bilgilerinin kullanılarak sahte bir vekaletname ile davalıya satıldığını öğrendiğini belirterek, davaya konu aracın satış işleminin geçersiz olduğunun tespiti ile trafik kaydının iptali ve tescilini istemiştir.
Davalı, aracı trafik kaydında malik olarak görünen kişinin vermiş olduğu satışa ilişkin vekaletname ile aldığını, iyi niyetli olması nedeniyle davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davalı iyi niyetli olduğunu savunmuş ise de; sahte vekaletname ile yapılan ilk satışın geçerli olduğu kabul edilemeyeceğinden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Türk Medeni Kanunu'nun 988. maddesi; bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı ayni hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur hükmünü öngörmektedir.
Bir malın zilyedi onu başkasına emanet etmiş olmayıp çaldırma, gasp, unutma gibi bir nedenle elinden çıkarmış bulunuyorsa, üçüncü sahıs böyle bir malı iyi niyetle iktisap etmiş olsa dahi onun iktisabı geçerli değildir. Gerçekten Medeni Kanunun 989. maddesi bu konuda açık düzenleme içermektedir. Taşınırı çalınan, kaybolan ya da iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden çıkan zilyed, o şeyi elinde bulunduran herkese karşı beş yıl içinde taşınır davası açabilir.
Görülüyor ki kanun iyi niyetin korunması hususunda emanet bırakılan mallarla sahibinin elinden rızası olmaksızın çıkan mallar arasında bir ayrım yapmıştır. Bu ayrım şu düşünceye dayanmaktadır; malı başkasına emaneten bırakan kimse az çok risk altına girmiş ve emaneten verdiği şeyin alan tarafından başkasına geçirilmesi tehlikesini göze almış sayılabilir. Oysa bir malı rızası olmadan elinden çıkaran kimsenin böyle bir riske önceden katlandığı söylenemez. Böyle olunca bir malı iyi niyetle iktisap eden üçüncü kişinin menfaati, malı emaneten veren kimsenin menfaatine tercih edilmekte; rızası olmadan malını elinden çıkaran kimsenin menfaatine ise feda edilmemektedir. Sahibinin elinden rızası olmadan çıkan bir şeyi iyi niyetli üçüncü kişi bir açık artırmadan, pazardan veya bu gibi eşyayı satan bir kimseden iktisap ederse asıl mal sahibinin gerek bu şahıs gerekse daha sonraki müktesipler aleyhine açacağı iade davasını kazanabilmesi şöyle bir şarta bağlanmıştır: Böyle hallerde iyi niyetli üçüncü kişinin bu malı iktisap etmesi için verdiği bedel, iadeyi isteyen davacı yani asıl mal sahibi tarafından ona iade edilmelidir. Eğer bu şart yerine getirilmezse mahkeme asıl mal sahibinin açacağı iade davasını kabul edemez. Hukuk Genel Kurulu'nun 25/09/2002 tarih, 2002/4-608 esas, 2002/643 karar sayılı ilamı da bu yöndedir.
Dosya kapsamından; oto kiralama işi yapan davacının kendisine ait olan aracı kendisini M. Ö. olarak tanıtan kişiye kiraladığı ve aracın bu şahısla birlikte hareket eden kişi tarafından davacıya ait bilgileri içeren sahte vekaletname ile davalıya satıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı kendisine ait aracı dava dışı kişiye kiralamış olduğundan araç malikinin rızası ile elinden çıkmıştır. Bu noktada davalının iyi niyetli olup olmadığının irdelenmesi gerekir. Olayla ilgili ceza soruşturması ve dosyaya sunulan deliller birlikte değerlendirildiğinde davalının kendisini M. Ö. olarak tanıtan kişi ile birlikte hareket ederek davacıyı zarara uğratmak istediği yönünde bir delil bulunmadığından davalı iyi niyetli kabul edilmelidir. Kaldı ki mahkemece de davalının iyiniyetli olduğu kabul edilmiştir.
O halde; davacının araç mülkiyetinin tespiti davasını kazanabilmesi için davalının satış bedeli olarak ödemiş olduğu bedeli kendisine iade etmesi gerekir. Mahkemece bedelin ödenmemesi halinde davanın reddine karar verilmesi gerekirken ödeme gerçekleşmeden yazılı gerekçe ile davanın kabulü doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
b) Mahkemece davaya konu olan aracın davalı adına olan kaydının iptaline ve davacı adına tesciline karar verilmiştir. 2918 sayılı Kanun'un 19. vd maddeleri uyarınca araçların trafik tescil işlemleri idari bir nitelik taşımaktadır. Bu bakımdan idari makamları belirli bir biçimde işlem tesisine zorlayıcı nitelikte tescil kararı verilmesi de doğru değildir. Kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Mahkemenin 21.01.2016 tarihli ve 2015/379 E., 2016/19 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, davaya konu aracın zilyetliği dava dışı M. Ö.'ya devredilmiş ise de zilyetliğin süreli olarak devri ve sürenin sonunda davacıya iade edilmemesi nedeniyle artık bu kişinin emin sıfatıyla zilyet olmadığı, ceza mahkemesinde güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırıldığı ve kararın kesinleştiği, davaya konu aracın bu kişi tarafından davalıya devredilmediği, dava dışı Kasım Orak tarafından düzenlenen sahte vekâletname ile davalıya satıldığı, Özel Dairece yapılan temyiz incelemesinde bozmaya esas alınan Hukuk Genel Kurulunun 25.09.2002 tarihli ve 2002/4-608 E. ve 2002/643 K. sayılı kararında kişinin iyi niyetli olarak devralmasının tek başına yeterli olmadığı, devraldığı malın mutat sayılan yerlerden yani açık arttırma, pazar veya bu eşyayı satan bir satıcıdan almış olmasının da gerekli olduğunun açıkça belirtildiği, bu durumda somut olaya bakıldığında söz konusu aracın davalı tarafından araç satımının mutat olduğu oto pazarı, galeri veya açık arttırma yoluyla satın alınmadığı, doğrudan doğruya dava dışı Kasım Orak'dan sahte vekâletname yoluyla satın alındığı açıkça belli olduğundan Hukuk Genel Kurulunun anılan kararındaki ilkelerden faydalanma olanağının olmadığı, bu nedenle davacının satış bedelini iade etmesinin gerekmediği ancak davalının iyi niyetli üçüncü kişi olması nedeni ile yargılama masraflarından sorumlu tutulmadığı; araçlarla ilgili tescil kararı verilip verilemeyeceği ile ilgili olarak ise tapu müdürlüğünün de idari bir kurum olduğu, mahkemelerde açılan tapu iptal ve tescil davalarında doğrudan tescil kararı verilerek hükmün infazının sağlanabildiği, aynı şekilde araçlar yönünden de trafik tescil denetleme şube müdürlüğü kayıtlarının tapu sicili gibi mülkiyeti açıklayıcı bir niteliğinin bulunduğu, aksi düşünülecek olursa mahkemelerce araçlar hakkında açılmış olan tespit ve tescile yönelik davalarda sadece tespit kararı verilmesi durumunda kararın eda hükmü içermemesi nedeniyle doğrudan doğruya infaz edilemeyeceği, bu konuda Yargıtay daireleri arasında farklı içtihatlar bulunduğu ve uygulamada bu hususun çelişki yaratacağı, içtihatların birleştirilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
a) Somut olayda, davaya konu aracın davacının elinden rızası ile çıkıp çıkmadığı, dava dışı M.Ö.’nın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 988. maddesindeki anlamda emin sıfatıyla zilyet olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olan davalıya, ödemiş olduğu araç bedelinin iadesinin gerekip gerekmediği,
b) Hükümle birlikte aracın tesciline karar verilmesinin mümkün olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
13. Yukarıda tespit edilen uyuşmazlıklar yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir.
(a) bendindeki uyuşmazlık yönünden;
14. Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır.
15. Taşınır mülkiyeti TMK’nın 762. ve 778. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Taşınırlar (menkuller) TMK’nın 762. maddesinde “Nitelikleri itibarıyla taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçler” olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan bir yerden diğer bir yere bağımsız olarak, özünde bir değişiklik olmadan taşınabilen her türlü maddi eşya (örneğin otomobil, çanta, koltuk, sandalye, buğday, arpa vs.) satımı taşınır satımı niteliğinde olduğu gibi, taşınmaz mülkiyetine dâhil olmayan ve temellüke (mülk edinmeye) elverişli bulunan elektrik, su, havagazı, doğalgaz gibi tabii kuvvetlerin satımı da taşınır satımı niteliğindedir.
16. Bu bakımdan taşınır (menkul) satımını “taşınmaz (gayrimenkul) olmayan her şeyin satımıdır” şeklinde tanımlamak daha isabetli olur. TMK’nın 763/1 maddesine göre, taşınır mülkiyetinin nakli için zilyetliğin devri gereklidir.
17. Taşınır satımının geçerliliği kural olarak biçim koşuluna bağlanmış değildir. TMK’nın 988. maddesinde;
“Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyi niyetle mülkiyet veya sınırlı aynî hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur” hükmü yer almaktadır.
Bu maddenin uygulanabilmesi için gerekli şartlar şunlardır:
i- Ayni hakkın emin sıfatıyla zilyetten kazanılmış olması,
ii- Ayni hakkın kazananının üçüncü kişi olması,
iii- Üçüncü kişinin bir ayni hak kazanmış olması,
iiii- Üçüncü kişinin ayni hakkı iyi niyetle kazanmış olması,
iiiii- Üçüncü kişinin ediniminde tasarruf yetkisi dışında diğer geçerlilik unsurlarının mevcut olması (Sirmen, L.: Eşya Hukuku, 5. Bası, Ankara 2017, s. 91 vd).
18. Bu koşulların gerçekleşmesi durumu, mülkiyet hakkı sona eren önceki zilyedin üçüncü kişiye karşı taşınır davası veya istihkak davası açamaması hukuki sonucunu doğurur.
19. Ancak bir malın zilyedi, onu başkasına emanet etmiş olmayıp çaldırma, gasp, unutma gibi bir sebeple elinden çıkarmış bulunuyorsa, üçüncü şahıs böyle bir malı iyi niyetle iktisap etmiş olsa dahi onun iktisabı geçerli değildir.
Gerçekten TMK’nın 989. maddesi bu hususta gayet açıktır:
“Taşınırı çalınan, kaybolan ya da iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden çıkan zilyet, o şeyi elinde bulunduran herkese karşı beş yıl içinde taşınır davası açabilir.
Bu taşınır, açık artırmadan veya pazardan ya da benzeri eşya satanlardan iyi niyetle edinilmiş ise; iyi niyetli birinci ve sonraki edinenlere karşı taşınır davası, ancak ödenen bedelin geri verilmesi koşuluyla açılabilir.
Diğer konularda iyi niyetli zilyedin haklarına ilişkin hükümler uygulanır.”
20. Görülüyor ki Kanun iyi niyetin korunması hususunda emaneten bırakılan mallarla sahibinin elinden rızası olmadan çıkan mallar hususunda bir ayrım yapmıştır. Bu ayrım şu düşünceye dayanmaktadır; malı başkasına emaneten bırakan kimse az çok risk altına girmiş ve emaneten verdiği şeyin alan tarafından başkasına geçirilmesi tehlikesini göze almış sayılabilir. Oysa bir malı rızası olmadan elinden çıkaran kimsenin böyle bir riske önceden katlandığı söylenemez. Böyle olunca, bir malı iyi niyetle iktisap eden üçüncü şahsın menfaati, malı emaneten veren kimsenin menfaatine tercih edilmekte, rızası olmadan malı elinden çıkan kimsenin menfaatine ise feda edilmektedir.
21. Sahibinin elinden rızası olmadan çıkan bir şeyi, iyi niyetli üçüncü şahıs bir açık artırmadan, pazardan veya bu gibi eşyayı satan bir kimseden iktisap ederse, asıl mal sahibinin gerek bu şahıs, gerekse daha sonraki müktesipler aleyhinde açacağı iade davasını kazanabilmesi şöyle bir şarta bağlanmıştır: Böyle hâllerde, iyi niyetli üçüncü şahsın bu malı iktisap etmesi için verdiği bedel, iadeyi isteyen davacı, yani asıl mal sahibi tarafından ona iade edilmelidir. Eğer bu şart yerine getirilmezse hâkim, asıl mal sahibinin açacağı iade davasını kabul edemez (TMK m. 989/2.).
22. TMK’da düzenlenen zilyetlik karineleri değerlendirildiğinde, iyi niyetli birinci veya sonraki edinenlere yöneltilen taşınır davasının kabulü için TMK’nın 989/2. maddesinde düzenlenen ödenen bedelin geri verilmesi koşulu, taşınır malın açık artırmadan veya pazardan ya da benzeri eşya satanlardan iyi niyetle edinilmiş olması hâline münhasır olup, iyi niyetli kişiye ödeme yapılmasına ilişkin başkaca yasal düzenleme bulunmamaktadır.
23. Bedel karşılığında iade koşulu, ancak sahibinin elinden iradesi dışında çıkan eşyalar hakkında bahse konu olur. Böyle bir taşınırı TMK’nın 989/2. maddesindeki şartlarla iktisap etmiş bulunan dava olunan, ancak bunun iktisabı için ödediği bedel kendisine verilmek şartıyla iadeye mecbur tutulabilir (Akipek, J.: Türk Eşya Hukuku, 2. Bası, Ankara 1972, s. 256).
24. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.02.2018 tarihli ve 2017/4-1367 E., 2018/249 K. sayılı kararında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
25. Yukarıda da değinildiği üzere, taşınır satımının geçerliği kural olarak biçim koşuluna bağlanmış değil ise de, bazı özel Kanunlar ile taşınır satımı için geçerlilik koşulu öngörülmüştür.
26. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) 20. maddesinin (d) bendi :
“Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır. Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.” hükmünü içermektedir.
27. Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin noterler tarafından yapılacağı belirtilen maddeden de anlaşılacağı üzere trafik siciline tescil edilmiş motorlu aracın mülkiyetini devir borcu doğuran sözleşmelerin geçerliliği için resmi şekilde yapılması gerekmektedir.
28. Diğer bir anlatımla trafikte kayıtlı araçlar, yapıları itibariyle taşınır mal olsalar da mülkiyetlerinin geçişi taşınır ve taşınmazlardan farklı olarak, özel ve kendine özgü bir düzenlenme koşuluna bağlanmıştır. Trafik siciline kayıtlı bir motorlu aracın mülkiyetinin devredilebilmesi için araç malikiyle resmî şekilde yapılacak sözleşmeye dayalı olarak aracın zilyetliğinin devredilmesi gerekmektedir.
29. Bu sözleşmelerin “araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak” yapılacağının belirtilmiş olması ise, diğer mülkiyeti devir borcu doğuran sözleşmelerden farklı olarak, motorlu aracın maliki dışında bir kimsenin söz konusu sözleşmeyi yapamayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum, genel olarak taşınırlar için söz konusu olan, emin sıfatıyla zilyetten hak edinimini, motorlu araçlar bakımından imkânsız kılmaktadır.
30. Tasarruf yetkisine sahip olmayan kimsenin, her nasılsa trafik siciline malik olarak kaydedilmiş olması da bu kimseden hak edinen iyiniyetli üçüncü kişilerin edinimlerinin korunmasına yetmemektedir. Çünkü hukukumuzda, trafik siciline, motorlu araç üzerindeki aynî hakları dış dünyaya açıklama işlevi tanınmadığı gibi, trafik sicilinin yansıttığı görünüşe güvenin korunacağına dair herhangi bir düzenleme de bulunmamaktadır. (Özçelik, B.: Motorlu Araç Mülkiyetinin Yetkisiz Kimseden Devralınması ve Sonuçları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 68, Sayı 4, s. 841)
31. Hemen belirtmek gerekir ki; motorlu araç mülkiyeti TMK’nın 988. maddesi uyarınca iyiniyetle kazanılamaz. Çünkü, motorlu aracın malik dışında bir kimseden devralındığı her durumda, devredenin tasarruf yetkisinin yokluğu dışında, ayrıca bir geçersizlik sebebi bulunur. Şöyle ki; KTK 20/d hükmü uyarınca motorlu araç mülkiyetinin edinilebilmesi için, mülkiyeti devir borcu doğuran, aracın malikiyle resmî şekilde yapılmış bir sözleşmeye ve aracın zilyetliğinin mülkiyetin nakli amacıyla devredilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Motorlu aracın zilyetliğini herhangi bir surette malikin rızasıyla elinde bulunduran kimse (emin sıfatıyla zilyet), KTK 20/d hükmünde, mülkiyeti devir borcu doğuran sözleşmenin noterce düzenlenebilmesi için aranan, “tescil belgesine (ruhsata) sahip olma” veya “trafik sicilinde malik olarak kayıtlı bulunma” şartlarını sağlayamayacağından, geçerli bir devir sözleşmesi yapamaz. Açıklandığı gibi, geçerli bir sözleşme bulunmadan gerçekleştirilen zilyetlik devri de motorlu araç mülkiyetini geçirmeyeceğinden, zilyetliği devralan üçüncü kişi, iyiniyetli olsa dahi, aracın mülkiyetini kazanamaz (Özçelik, B., s. 847).
32. Kanun’un açık hükmü karşısında, trafik sicilinde kayıtlı araçların satımına ilişkin bir sözleşmenin hukuki sonuç doğurabilmesi için o sözleşmenin KTK’nın 20/d maddesi gereğince resmî biçimde yapılması bir geçerlilik koşuludur. Anılan hüküm ile kanun koyucu bir aracın mülkiyetinin geçişi için noterde resmî bir sözleşme yapılmasını zorunlu kılmakla, tarafların iradelerinin ancak yasada öngörüldüğü biçimde birleşmeleri durumunda bir değer ifade edebileceğini, aksi hâlde sonuç doğurmayacağını ve geçersiz olduğunu düzenleme altına almak istemektedir.
33. Somut olayda davacı, adına tescilli aracını kiralama maksadıyla dava dışı M. Ö.’ya teslim etmiş, akabinde sahte olduğu sabit olan vekâletname ile yine dava dışı Kasım Orak tarafından iyiniyetli davalıya noterde satışı gerçekleştirilerek araç teslim edilmiş olup bu hususlar Özel Daire ve Mahkeme arasında uyuşmazlık dışıdır.
34. Davalı her ne kadar iyiniyetli ise de KTK 20/d maddesine göre araçların mülkiyetinin devri için ortada geçerli bir sözleşmenin bulunması gerekir. Oysa, eldeki davada taraflar arasındaki sözleşme sahte vekâletnameye dayandığından yetkisiz temsil söz konusu olup geçerli bir sözleşmeden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Sahte vekâletname ile temlik alan ilk el konumundaki davalı yönünden tescil yolsuz olduğundan, iyiniyetli olduğu düşüncesiyle, aracın mülkiyetinin davalıya geçtiği söylenemeyeceği gibi davacı tarafından açılan davanın kabulünün davalının ödemiş olduğu araç bedelinin kendisine iadesi koşuluna bağlı olduğu da kabul edilemez.
(b) bendindeki uyuşmazlık yönünden;
35. Motorlu araçların tescil işlemi idari bir işlem niteliğindedir. Mahkemece trafik kaydına tescile karar verilmesi, idareyi işlem yapmaya zorlayıcı bir karardır. Oysa adli yargı yerinde, idareyi işlem yapmaya zorlayıcı türden bir karar verilemez.
36. Her ne kadar taşınmazlara ilişkin davalarda tescile ilişkin hüküm kurulabildiği akla gelmekte ise de, bu husus TMK’da yerini bulan düzenlemelerden kaynaklanmakta olup KTK’da motorlu araçların tesciline ilişkin mahkemelere bu şekilde bir yetki ve görev verilmemiştir.
37. Uyuşmazlığın mahiyeti itibariyle bu noktada tartışılması gereken asıl husus, araç satışları için KTK’nın 19. maddesinde düzenlenen tescilin fonksiyonu olup, bu konuda öncelikle sicile güven ilkesine değinilmesi gerekir.
38. Taşınırlar üzerindeki hâkimiyetin belirlenmesi yukarıda açıklandığı üzere zilyetlik yoluyla sağlanırken taşınmazlar açısından bu belirleme tapu sicili yoluyla olur. Kanun koyucunun TMK’nın 1023. maddesinde taşınmaz mallar için açık bir şekilde öngördüğü sicile güven ilkesinin KTK’da yer almaması, başka bir anlatımla trafik kaydında yolsuz bir tescile dayanarak hareket eden kişinin iyi niyetinin mülkiyete hak kazanılması noktasında korunması hususunda TMK’nın taşınır mülkiyetine ilişkin kurallarına istisna teşkil eden bir yasal düzenlemenin mevcut olmaması karşısında trafik sicil kayıtlarının, tapu sicilinin sağladığı korumaya eşdeğer güce sahip olduğu söylenemeyecektir.
39. Nitekim aynı husus Hukuk Genel Kurulunun 05.12.2019 tarihli ve 2017/13-505 E., 2019/1289 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
40. Bu durumda, davacı tarafından davaya konu araca ilişkin tescil kararı istenilmiş olmakla çoğun içinde azın da olduğu ilkesinden hareketle mahkemece, asıl dava ile ilgili olarak davaya konu aracın mülkiyetinin tespitine karar verilmekle yetinilmesi gerekmektedir. Yargıtayın kökleşmiş uygulamaları da bu yönde olup aksi değerlendirme yanılgıya matuftur.
41. Sonuç itibariyle; (a) bendindeki uyuşmazlık yönünden usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının kararda belirtilen nedenler yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle birlikte onanmasına karar vermek gerekmiş, (b) bendindeki uyuşmazlık yönünden ise Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
(a) bendindeki uyuşmazlık yönünden davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA,
(b) bendindeki uyuşmazlık yönünden davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 23.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.